NE TÜKETTİK AMA !

Tüketim toplumu dediğimizde artık yabancı gelmiyor değil mi bize?

Evet, üreten bireylerden tüketen bireylere bir göç başladı ve çok hızlı ilerledi. Bölgesel değil küresel olarak hem de. İngiltere’nin Cambridge şehrinden, Japonya’nın Osaka kentine kadar her yerde bu böyle. Gerçekten hiç üretmiyor muyuz, bu kadar tüketimin ne zararı var diyenler olabilir, olacaktır da.

Duruma baktığımızda bir sistem karşımıza çıkıyor, sistem tek taraflı olarak tamamen tüketim dediğimiz olgu üzerine kurulu. Sürekli para harcamaya ve bir şeyler satın almaya yöneltiyor bireyleri. Popüler kültürün insanlara empoze ettiği: birilerine özenme, onlara benzeme güdüsünü sosyal medya çok rahatlıkla gerçekleştirebiliyor.

İnsan vücudundaki dopamin kişinin mutlu olmasını sağlar, birey üreterek mutlu olmak yerine bunun basit yolu olan tüketim ile kendini mutlu etmeyi tercih ediyor çünkü bu yöntem daha rahat.

 Özellikle pandemi döneminde hızlı bir popülizm yakalayan internet üzeri alışverişte sunulan çok büyük(!) indirimler bu alışveriş yöntemini tercihteki temel faktörlerden biridir. Bu bahsettiğimiz indirimlerin kısa bir süre içerisinde geçerli olması, talebi daha da arttırmaktadır. Çünkü sınırlı bir süre verilmesi bireyi o yönde tahrik ederek kendini koşullamasına neden olmaktadır.

Kapitalist bu düzen, narsizm ve egoizmi arttırmaktadır ki, bunu da dünyada bir tarafta açlık varken diğer tarafta obezite olması; bir tarafta susuzluk ile karşılaşılırken diğer tarafta israfın had safhada görülmesinden anlamamız çok da zor olmasa gerek. Bununla beraber yıllık 18 milyar doların sadece makyaj malzemelerine ve 15 milyar doların ise sadece parfüme harcanmasından bahsetmiyorum bile.

Peki neden bu durumdayız hiç düşündük mü?

Elbet ihtiyaçlarımız vardır, olacak da tabii ki. Ama bunun asıl nedeni doyumsuzluğumuz. Özellikle Z kuşağında her istenileni çabucak elde etme durumundan dolayı kendini kontrol mekanizmasının gelişememesi ve haz öteleme duygusuna sahip olamamaktan kaynaklanmaktadır.

İçinde bulunduğumuz durumun farkında olmadan biz de bu yeni dünya düzenine istemsizce hizmet etmekteyiz. Nesillerimizi tüketimden üretime doğru yönlendirerek; hazır olanı almak yerine yapmak, eskiyeni atmak yerine değerlendirmek veya geri dönüşümde kullanarak, yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’de defalarca kez zikredildiği üzere israfın kötü bir huy olduğuna dikkat ederek bu minvalde uğraş vermeliyiz. Aklımızın devre dışı kalmasına izin vermemeliyiz. Bununla beraber de son yıllarda tüketim kadar talep görmese de minimalizm yani sadeleşme bizim kaçış olarak yönleneceğimiz alan olmalıdır. Leonardo da Vinci’nin şu sözüyle yazımızı noktalayalım:

                               Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir.


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

14 ŞUBAT DEMİŞKEN...

BAKIŞ AŞISI

KORONA BİZDEN NE ALDI? BİZE NE VERDİ?